Korunamayan Korunan Alanlar
Yeşil Gazete’de yazan Cihan Erdönmez Türkiye’deki Koruma Alanlarının sefaletini yazmış. Yazı 2 bölüm olarak tasarlanmış. Yazının ilk bölümüne => buradan erişebilirsiniz
İlk bölümde:
…
2000’li yıllar ise yeni bir korunan alan stratejisinin sahnelenmesine şahit oluyor: Azaltırken artırıyor gibi yapmak. Hani neredeyse artırıyor gibi çek panpa diyecek birileri. Uzun uzun anlatmayayım. Sadece devletin resmi kurumu olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın[4] raporuna yansıyan istatistiklere bakmak bile yeterli ne olduğunu anlamak için.
Ormancılık örgütünün (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü) sorumluluğunda olan korunan alanlardan yalnızca tabiat parkları ve tabiat anıtlarının alanı artmakta iken, en güçlü koruma statüsü olan muhafaza ormanlarının ve tabiatı koruma alanlarının miktarında sırasıyla %22 ve %27 oranlarında azalma meydana gelmiş yalnızca dört yılda. Milli park sayısı 40’tan 42’ye çıkarken alanları yaklaşık 2 bin 500 hektar azalıyor. Yaban hayatı geliştirme sahalarının sayısı artarken alanı azalıyor. Peki, artış nerede? Artış aslında nitelik olarak bir korunan alan olmayan tabiat parkları ve tabiat anıtlarında meydana geliyor. Çünkü özellikle tabiat parklarında korumadan çok kullanım eğilimi baskın. Zaten tabiat parklarının büyük çoğunluğu eskiden orman içi dinlenme yeri statüsünde olan alanlar. Orman içi dinlenme yerleri Orman Kanunu’nun yapılaşmayla ilgili koruyucu hükümlerine tabi. Oysa onları tabiat parkı yaptığınızda, hem kağıt üzerinde korunan alan sayı ve miktarını artırıyorsunuz hem de o alanları Milli Parklar Kanunu’nun yapılaşma açısından çok daha esnek kollarına bırakıyorsunuz. Nasıl ama?
Yazar ikinci bölümde Türkiye’deki korunan alanlarla, dünyadaki benzer uygulamaları karşılaştırıyor. Sonuç yine kötü, Türkiye aleyhine… Yazının ikinci bölümüne de => buradan ulaşabilirsiniz!
…
Yapı ve işletme izinleri
Fakat ne yazık ki, milli parklar ve özellikle tabiat parkları gerçek birer korunan alan olmaktan çok çok uzaktalar. Çünkü sözünü ettiğimiz yasa gerçek anlamda bir korunan alan yasası değil. Zira milli parklar ve tabiat parklarında çok sayıda yapı ve işletmenin bulunmasına izin veren bir nitelik taşıyor. Nasıl mı? Bakalım Milli Parklar Yasası milli parklar ve tabiat parklarında nelerin yapılmasına izin veriyor:
• İlgili alanın gelişme planına uygun olmak şartıyla, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılacak her türlü plan, proje ve yatırımlar,
• Turizm bölge, alan ve merkezleri dışında kalan milli parklar ve tabiat parklarında kamu yararı olmak şartıyla ve gelişme planına uygun olarak turistik amaçlı bina ve tesisler (turizm bölge, alan ve merkezlerinde Turizmi Teşvik Kanunu’na göre aynı izinler verilmektedir),
• Maden ve petrol kanunları gereğince araştırma ve işletme ruhsatnamesi veya imtiyazı.
Korunan alanlarımız zaten dünya ortalamalarının çok altında. IUCN verilerine göre dünya karasal alanlarının yaklaşık %15’i değişik statülerde korunan alan. Üstelik bu oranın %50’lere çıkarılması gerektiğini öne süren bilimsel yayınlar da var.[1] Oysa ülkemizde korunan alanlar %8-9’larda geziniyor. 2030 yılı için yapılan tahminlerin sonuçları da haritada açıkça görünüyor. Diğer yandan dünyada, korunan alan uygulamalarında, alan korumaktan çok ekolojik süreçlerin korunmasına doğru devrimsel adımlar atılıyor. Yeniden yabanlaştırma gibi anlayışlarla ekolojik süreçlerin özgün haline dönüştürülmesi için çabalar sarf ediliyor. Bizde ise korunan alan adı altında turizm alanları, günlük rekreasyonel kullanım alanları yaratılmaya, bu alanlarda ekonomik kazanç kapısı oluşturabilecek her türlü faaliyete izin vermeye dönük bir yaklaşım sergileniyor. Bu yüzden geçen haftaki ve bu haftaki yazımın başlığı korunamayan korunan alanlar oldu. Umarım nedeni şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Kaynaklar:
1 –https://yesilgazete.org/blog/2020/04/25/korunamayan-korunan-alanlar-1/
2- https://yesilgazete.org/blog/2020/04/25/korunamayan-korunan-alanlar-2/