Doğal Sit Alanlarında Bilimsel Cesaret Yoklaması
Bilimsel faaliyet zor iştir! Çaktırmadan yapılmaz; kenara köşeye saklanarak yapılmaz; açıkça ve cesurca yapılması gerekir. Düşünün ki bir araştırma yapmışsınız en bilimselinden ve evinizdeki dolapta saklı tutuyorsunuz, biz nereden bilelim sakladığınız şeyin boş bir kâğıt mı, yoksa evrenin sırrı mı olduğunu?
Tam aksine, bilim insanları isterler ki, her ürettikleri en ağır koşullarda sınansın ve sonunda kabul görsün. Hakemli yayınların, akademik jürilerin acımasız dünyası da işte bu açık cesaret testinin taşlı yolları değil mi zaten? Hadi diyelim ki o taşlı yolların hiyerarşisi bozar sizi, belki kirli görürsünüz bazı ilişkileri, o zaman da bilimsel cesareti bir adım ileri taşıyıp, özgür bilim adına doğrudan internete koyabilirsiniz çalışmanızı. İlgilisi gelir bulur, verir veriştirir, yerden yere vurur ya da övgüler dizilir. Dedim ya zor iş, rezil de olursunuz, vezir de.
Çok övgü almamak için alçakgönüllü bir yaklaşım mı, yoksa yergi denizinde boğulma korkusu mu bilemiyoruz, ama son günlerde bu konuda ilginç bir durum yaşanıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Doğal Sit Alanlarının yeni kategorilere göre yeniden değerlendirilmesi için ülke çapında yaptırdığını ilan ettiği bilimsel çalışmaları kamuoyunun bilgisine sunmaktan imtina ediyor.
644 Sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulmasıyla başlayan bu sürecin hikâyesi uzun ve başlı başına ayrı bir yazının konusu, ama şehir yapan çevre bakanlığından beklenen gelişmelerin birbiri ardına gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz. TOKİ aracılığıyla tüm ülkeyi tek elden imar etmenin dayanılmaz keyfine kendini kaptıranlar, burada edindikleri tecrübeyi aktardıkları ‘’kararname bakanlığı’’yla da planlama ve koruma süreçlerini tek elde toplayarak alt üst etmeyi başardılar. İşte bu alt üst oluşun son hamlesi de Doğal Sit Alanlarının yeniden düzenlenmesi isteğiyle karşımıza çıktı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, mevcut doğal ve kültürel koruma sistemini eleştirirken, geçmişte yapılan çalışmaların bilimsellikten uzak olduğunu savunarak, korunan alanların tespitine dair 2012 yılında çıkarılan ‘Korunan alanların tespit, tescil ve onayına ilişkin usul ve esaslara dair yönetmelik’le ‘ardışık dört mevsimi kapsayan ekolojik temelli bilimsel araştırma’ yöntemini hayata geçirdi. Son derece afili başlığıyla zuhur eden bu araştırmaların, geçtiğimiz yılın sonunda tamamlandığını ve sonuçlarına göre oluşturulan yeni sit alanı haritalarının da ilgili gördükleri kurumların görüşüne sunulduğunu güncel haberlerden takip ediyoruz.
Önce Muğla Büyükşehir Belediyesi, sonrasında da Ayvalık Belediyesi meseleyi meclis gündemine taşıyarak kamuoyunun bilgisine sundu ve itirazlarını dile getirdi.
Sanki çok normal işleyen bir bürokratik süreçmiş gibi görünen bu hikâyede bir eksiklik sanırım dikkatinizi çekmiştir, ilgili belediyeler, valilikler vb. kurumlara görüşlerini bildirmeleri için iletilen sadece haritalar, uzun isimli bilimsel çalışmaların ne olduğunu ise, henüz bilen gören yok. İletilen haritalarda söz konusu bilimsel çalışmaları yapan bilim insanlarının isimleri yazıyor. Anlaşılan o ki, bu kadarına güvenmemiz bekleniyor, çalışmayı görmemiz çok şart değil herhalde onlara göre.
Elbette biz de isteriz bilim insanlarının adını görünce çalışmanın bilimsel olduğunu ve dolaylı olarak doğru olduğunu kabul etmeyi, ama başta da demiştik ya; bilimsel etik buna izin vermez, yine döneriz boş kâğıt / evrenin sırrı ikilemine. Yani, sadece sonuç ürün olan haritalara bakarak kabul edemeyiz bilimsel çalışmanın kerametini. Gerçi, o haritalara bizim gibi sade vatandaşın ya da STK’ların falan bakmasını da istememişler; sadece ilgili teknik bürokrasiye görüş sormak yeterli gelmiş onlara.
Muğla ve Ayvalık’ta yerel demokrasi tecelli etmemiş olsa, haritasını da göremeyecektik değişmesi istenen sit alanlarının. Ama olsun, eğrisi doğrusuna denk geldi ve halkın etkin katılımı sağlandı diye düşünebiliriz. Ama Muğla Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Raporu’nda da yazdığı gibi, sadece haritalara bakarak bir değerlendirme ve görüş vermek eksik kalır, değişiklik önerilerinin bilimsel gerekçelerini bilmemiz gerekir. Aksi durumda, yani gerekçeleri bilmeyince, o haritalara işlenen yeni öneri sit alanlarının, değişimlerin sebebini anlamak için haritadan fal bakar hale geliriz ve niyet okumaya girişiriz ister istemez. Konu niyet okuma haline gelince de, geçmiş tecrübelerimiz bize hep ‘’kötü niyet’’ okumamız gerektiğini salık verdiği için giderek daha karamsar bakıyoruz önümüzdeki haritalara.
İşte bu karamsar hale kapılıp gitmemek için bir araya gelen yerel sivil toplum bileşenleri, Muğla Çevre Platforumu’nu kurarak güçlerini birleştirmeye karar verdiler. Muğla’nın tüm bölgelerinden gelen katılımcılar, birbirinden çok farklı etkilere sebep olabilecek bu değişiklik önerisini anlamaya, değerlendirmeye çalıştılar. İlk göze çarpan durum, çok geniş alanda ve çok karmaşık müdahalelerin söz konusu olmasıydı. Kimi yerde yapılan statü değişikliği küçücük bir koyun imara açılmasına sebep olurken, kimi yerde ise binlerce hektar alanın tek kalemde sit alanı olmaktan çıkıvermesi ya da daha düşük koruma kategorisine alınmasına sebep olacak değişiklikler önerilmişti. Bu karmaşıklığı biraz daha anlaşılır hale getirmek için yapılan çalışmalar sonucunda şu temel değerlendirmelere varıldı;
-
Öneri sit alanları değişikliği çalışması bir tür imar affı içermektedir ve bunu kabul etmek mümkün olmaz. Korunan alanlarda her hangi bir yükümlülük oluşturmayan af benzeri kararlar, halen korunmakta olan alanların geleceğini tehlikeye atar, kaçak yapılaşmaya cesaret verir.
-
Öneri sit alanları değişikliği içinde önemli miktarda adrese teslim değişiklikler yer almaktadır. Muğla’nın çeşitli bölgelerinde, geçmişte de tahsise konu olmuş ancak yerel itiraz ya da davalarla geri çekilmesi sağlanmış öneriler, bu değişikliklerin içinde hemen hemen aynı şekilde yeniden karşımıza çıkmaktadır.
-
Muğla’nın güçlü yerel bileşenleri göz ardı edilmiş, varlığı doğal alanların korunmasına bağlı olan arıcılık, deniz turizmi, butik turizm, balıkçılık, zeytincilik vb. sektörlerin temsilcilerinden görüş alınmamış ve buna bağlı pek çok hata yapılmıştır.
-
Bilimsel bir çalışmanın sahip olması gereken bütüncül yaklaşım sağlanmamış, sadece mevcut sit alanlarının değerlendirilmesiyle yetinilmiştir.
-
Bilimsel gerekçelerini anlamak mümkün olmayan değişiklikler önerilmiştir. Ekosistem yapısı içinde en zengin alanlardan olan vadiler ve kıyı hatlarında; vadilerin tabanıyla yamaçlarını, kıyı şeridiyle arkasındaki kesin korunacak alanı birbirinden ayıran yapılaşma hatları önerildiği ve farklı kategorilere atandığı görülmüştür. Maksat ekosistemi korumak değil de kökünü kurutmaksa, gerçekten etkili bir yöntem önerildiği söylenebilir.
-
Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerin ve bölgemizde geçmiş yıllarda yapılmış bilimsel çalışmaların dikkate alınmadığı ve çok net bilimse verilerle açıkça çelişen durumların ortaya çıktığı görülmüştür.
-
Mevcut planlama kararlarında ve diğer devlet kurumlarının bölgede yaptığı çalışmalarda çok açık belirtilen verilerin aksine kararlar haritalara işlenmiştir.
-
Sit alanları için yeni yapılan tariflerde yer alan ‘Bungalov, Günübirlik Tesis, Turizm ve Yerleşimler’ gibi tanımların muğlaklığı, kontrolsüz yapılaşma için anahtar kelime olarak kullanmaya açıktır. Tüm kategori tarifleri ve tüm alan sınırları yeniden ele alınmışken, olası yapılaşma koşulları da daha bilimsel bir tarife kavuşsaydı keşke. Geçtiğimiz ay içinde çıkan ilke kararlarıyla, sürdürülebilir kullanım alanlarında (eski kategori olarak 3. Derece Doğal Sit Alanı karşılığı) sanayi tesisine izin çıktığını görünce, ‘’bungalov’a razı mı olsak?’’ diye de düşünüyor insan tabi.
-
Tek parça halinde çok büyük orman ve hazine arazilerinin doğal sit statülerinin bir ya da iki kademe düşürülmesi ise, özellikle Madde 80’le birlikte ortaya çıkan verileri de sit alanı değişiklik önerileriyle birlikte değerlendirmeye almak gerektiğini gösteriyor. Kategorisi ne olursa olsun, sit alanı içinde kalan kamu arazileri için Madde 80’in geçerli olamayacağını sonuna kadar savunmak ve konuyla ilgili tatmin edici bir ilke kararının çıkmasını sağlamak gerekiyor.
Bu maddelerin her biri için haritalardan 10’larca örnek çıkarıp üzerine değerlendirmeleri çeşitlendirmek mümkün, ama bu yazıyı o kadar uzatmak hem okuyana hem yazana insafsızlık olur. Her maddeyi ayrı ayrı ele alan yazıları önümüzdeki günlerde Muğla Çevre Platformu web sitesi üzerinden paylaşmaya devam edeceğiz.
Ancak, 4., 5., 6. ve 7. maddelerin hepsi için geçerli kabul edilebilecek bilimsel veri eksikliğine vurgu yapmak, yazıya başladığımız noktaya geri dönerek bu durumu örneklemek ve bilimsel cesaret talebimizi yinelemek yerinde olacak.
Bunun için de çok fazla çabaya gerek yok; tek bir örnek üzerinden bile hem bilimsel veri eksikliğini, hem geçmişte yapılmış bilimsel çalışmalar ve taraf olduğumuz sözleşmelerle uyumsuzluğu, hem mevcut planlama ile olan çelişkileri, hem de kurumlar arası koordinasyonsuzluğu gösterebiliyoruz. Bu küçücük örneğin bize anlattıklarına bakarak, nasıl bir çalışmayla karşı karşıya olduğumuz kararını da size bırakacağız ama önyargılı olmayın; konu ilginizi çektiyse, Muğla Çevre Platformu web sitesinden Büyükşehir Belediyesi raporunu ve eklerini ya da bizim hazırladığımız sunumları indirip, etraflıca inceleyip kararınızı öyle verebilirsiniz. Biraz ek bilgi ve yardımla konuya ısındıktan sonra, benzer sorunları kolaylıkla tespit edebileceksiniz.
Sizlere göstermek istediğimiz örneği, sit alanı değişikliği ile ilgili önerilerin spekülatif etkilerine konu olmasın diye özellikle hazine mülkiyetinde araziler içinden seçtik. Aşağıda yan yana iki fotoğrafını gördüğünüz yer, Bodrum Yalıkavak’taki Küdür yarımadası. Bu yarımada eski halinde bütünüyle 1. Derece Doğal Sit olarak koruma altındayken, güneyinde kalan kıstağa bağlanan yerinde kahverengi ile işaretli gördüğünüz kısım 3. Derece Doğal Sit alanı. Yarımadanın 1. Derece Doğal Sit Alanı olan kısmı hazine mülkiyetinde olup, barındırdığı önemli Akdeniz Foku yaşam alanı sebebiyle 1998 yılında doğal sit ilan edilmiş.
Sağda gördüğünüz harita ise yeni öneriyi gösteriyor. Yarımadanın alt ucundaki 3. Derece sit alanı Sürdürülebilir Kullanım alanı olarak muadil kategoride kalırken, 1. Derece Sit alanı kuzey doğu köşesindeki yeşil lekeye küçültülerek, o leke büyüklüğündeki kısım Kesin Koruma alanı haline geliyor ve mutlak yapılaşma yasağı sağlanıyor. Geri kalan sarı leke ise Nitelikli Koruma alanı olarak bir düşük kategoriye alınmış ve üzerine ‘Bungalov ve Günübirlik tesis’ yapılabilecek alan haline getirilmiş oluyor.
Bu açıklamanın ardından soldaki plana baktığınızda, küçük yuvarlaklar içine yerleştirilmiş fok işaretlerini gördüğünüzden eminiz. Normal olarak siz de kendi kendinize soruyorsunuzdur; bir fokun karşısı kesin koruma alanıyken, diğer fokun karşısı niye değil?
Küçük fok işaretleri hiç dikkate alınmamış ve hiç kesin koruma alanı önerilmemiş olsa, daha kabul edilebilir bir hata olurdu yeni önerilen dağılım. Ancak, fokların yaşam alanı ile aynı çevre içinde günübirlik tesis olarak açılabilecek bir ‘beach club’ı ve oradan yükselecek cayırtılı müziği, kalabalığı, küçük koyun ucundaki kumsala girip çıkan jet-ski’leri falan gözünüzün önüne getirirseniz; o köşeye sıkışıp kalmış yeşil lekenin ne kadar zavallı ve komik göründüğü konusunda bize katılırsınız diye düşünüyoruz.
Küdür yarımadasının tüm kuzey hattı, insan yerleşiminden ve etkisinden tamamen uzak ve sakin tutulması gereken mutlak koruma alanı olarak tarif edilmiş olsa da, yeni öneride bunun yarısının yeterli olacağına dair bir bilimsel veri gözlenmiş olsa gerek. Her ne kadar biz bu verinin ne olduğunu bilmesek de, şunu biliyoruz; sol tarafta yer alan fotoğraf, Muğla – Aydın – Denizli 1/100.000 ölçekli Bölgesel Çevre Düzeni Planından bir alıntı ve bu planı hazırlayan kurum da yine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Yani, aynı kurum içinde hazırlanan üst ölçek planında bu alanın mutlaka korunması gerektiği açıkça gösterilmişken, ne hikmetse bu bilginin dikkate alınmadığı bir çalışmayla karşı karşıyayız.
Diyelim ki, aynı kurumun bir çalışması olmasına karşın plan işaretlemesini o kadar kesin bir veri olarak görmediler, en azından bu durumun ne anlama geldiğini teyit etmek için başka kaynaklara yönelmek gerekmez miydi? Örneğin, Akdeniz Fokları konusunda, ülkemizin en önemli doğa koruma projelerinden birini, hem de uluslararası saygınlık çerçevesinde 30 yıldır kesintisiz yürüten SAD-AFAG onlara her türlü veriyi sağlayabilirdi. Bu konuda hazırlanmış en kapsamlı kaynaklardan biri olan ‘Akdeniz Fokları Ulusal Eylem Planı’ çerçevesinde daha sağlıklı bir sonuca varılabilirdi.
Belki de, başta bahsettiğimiz ‘ilgili kurumlar’ listesi, mevzuata göre SAD-AFAG’ı içermediği için yapamadılar! Böyle bir listeyi kabul etmek mümkün değil, ama diyelim ki öyle oldu; bari en azından yan binaya geçip, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne sorsalardı. Eğer sormuş olsalar, herkesin internet üzerinden kolayca ulaşabileceği, ‘Muğla İli Milas ve Bodrum İlçeleri Kıyı Şeridi Dahilinde Akdeniz Foku (Monachus monachus) Tür Koruma Eylem Planı’nın verilerini alabilirlerdi. Bu planın, Akdeniz Fokları açısından hassas ve korunması gereken habitatlar kısmının, 7. Maddesinde; ‘Küdür Yarımadası, Akdeniz Foku’nun yaşama ve üreme alanıdır. Bu alan Akdeniz Foku için en önemli, hassas ve korunması gereken alandır. Küdür Yarımadası, 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak koruma altındadır.’ yazdığını görmüş olurlardı.
Aynı tanımın diğer maddelerine bakıldığında, sadece Küdür yarımadası değil, yine yeni sit önerileri kapsamında Nitelikli Koruma Alanı olarak gösterilen Kara adanın da kesin koruma alanı olması gerektiği görülebilirdi.
Tüm bu saydıklarımızın hepsi atlanmış olabilir mi? Sanmıyoruz. Bu verilerin hemen hemen hepsi, basit bir internet taramasında ‘Akdeniz Foku Muğla’ yazdığınızda, daha ilk sayfada ulaşılabilecek kadar kolay ve açıkta duran veriler. Demek ki, bu kararların oluşmasına sebep olan bizim bilmediğimiz başka veriler var.
İşte yine başa döndük, bu kadar fal bakmanın ardından geldiğimiz nokta aynı; bu kararlara ulaşılmasına kaynaklık eden bilimsel gerekçeleri görmek, incelemek, değerlendirmek istiyoruz. Çünkü, bilimsel cesaret ve etik bunu gerektiriyor.
Dolayısıyla, geçmişte sit alanlarının göz kararı belirlendiğini iddia eden ve kendilerinin havalı isimli bilimsel çalışmaları esas alarak sonuca vardıklarını söyleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı, söz konusu bilimsel raporları açıklamaya ve bu raporların sonucu olan öneri sit haritaları ile birlikte toplumun tüm bileşenleri ile tartışmaya açmaya davet ediyoruz. Aksi durumda, yukarıda verdiğimiz örnekte de görüldüğü üzere ne haritaların, ne de bilimsel raporların geçerliliğini tanımak mümkündür.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın nihai kararlarını etkileyen başka etkenler olabilir, bunun farkındayız. Bu durumda görev, söz konusu bilimsel çalışmaları hazırlayan, altına imza atan bilim insanlarına düşüyor. Ya bilimsel cesaret ve etik’in gereğini yapmalı ve gerekçelerin açıklanmasını sağlamalı, ya da henüz vakit varken Türkiye’nin karşılaştığı en büyük doğa tahribatı hazırlığından imzalarını çekmeliler.
Muğla Çevre Platformu olarak, çalışmada imzası bulunan sayın bilim insanlarına hitaben hazırlanmış kampanyamıza destek vermek isteyenler bu linki kullanabilirler.
Faruk Şahin
Muğla Çevre Platformu, Bilim Komisyonu Üyesi
“Bir şeyi çok iyi bilen; basit anlatandır”
Tebrikler Faruk. Aklına, kalemine sağlık…
Bu metni direkt, Faruk Şahin adıyla facebook ta paylaşmak istiyorum. İyi ya da kötü yorum eklenmiş veya üstünde başka birinin adı yer almaksızın. Mümkün mü?(Faruk Şahin kişisel face sayfasında yayınlarsa da olur; ordan alırım)
imza kampanyasının ikinci destek halkası için mümkün olduğunca yaygınlaşacak şekilde, istediğiniz gibi paylaşın mehmet bey. sağlıcakla…