Korona virüsü salgını yalnızca bir sağlık krizi değil. Bu aynı zamanda bir ekolojik kriz-Kate Brown*
Eski günlerde -yani birkaç hafta öncesine kadar- sabahlarımı sık sık komşum Wesley ile paylaşırdım. Birbirimizi kucaklayarak karşılar, sonra caddenin karşısında Washington DC’nin yeşil bir mahallesinde paylaştığımız bahçeye geçerdik. Bahçe, buldozerlerin birkaç on yıl önce bir dizi evi yerle bir ettikten sonra geride bıraktığı bir atık alanıydı. Aylar boyunca toprağı bir mikrop, böcek ve solucan çetesinin yaşadığı kompost ve malçla zenginleştirdik. Bu yılın zamansız gelen ılık baharında, birkaç fide diktik, lahana ve hardal hasat ettik, sonra öğle yemeği için taze bir salata hazırladık. Ben ellili yaşlarımın ortasında, Wes yirmilerinin sonlarında olmasına ve bir avuç kentsel alandan başka pek az ortak nokta paylaşmamıza rağmen bu rutinler sırasında yakınlaştık.
Biyolojik dünyaya dair kullandığımız metaforların çoğu bu işbirliği modeliyle uyuşmuyor. Darvinci düşünce -ya da onun popüler karikatürize edilmiş versiyonu – bize ‘güçlü’ ve ‘zayıf’ arasında hiç bitmeyen rekabet kavramını öğretir. Semavi dinler, biz insanlara yeryüzüne ve yaratıklarına hükmetme hakkı verildiğini söyler. Amerikan mitolojisi girişimci bireyciliği teşvik eder. Ama Wesley ve ben bahçe yatağımızda alan için rekabet etmiyoruz; bunun yerine, havadaki ve topraktaki mikropları paylaşıyor, onları nefeslerimize dışarı veriyor, ellerimize sürüyor ve sonra da midemize indiriyoruz. Eylemlerimizle hem sosyal hem mikrobik anlamda bir topluluk oluşturuyoruz.
Mikrobik ağlar, tüm tarihimiz boyunca insanlar ve diğer türler arasındaki boşluklar için köprü oldu. Tek hücreli bir organizmanın ne olduğunu bile bilmeden çok önce, kültürel uygulamalar mikrop değişimini en üst düzeye çıkarmıştı: İnsanlar çiftçilik yapar, avlanır, hayvanlarına bakar, yiyeceklerini fermente eder, ellerini ortak kaselere daldırıp birbirlerini bir dokunuşla selamlarken, kendilerini komşuları ve diğer organizmalarla bütünleştiren ritüelleri benimsediler. Bu büyük olasılıkla tesadüfi değildi. Çok sayıda kanıt, mikropları diğer insanlarla ve organizmalarla paylaştığımızda, daha sağlıklı hale geldiğimizi, çevremize daha iyi adapte olduğumuzu ve sosyal bir birim olarak daha iyi senkronize olduğumuzu gösteriyor.
Biyolojik yaşamlarımızın, son on yıllarda daha net anlaşılan birbirine bağlılığı, bizi doğal dünya hakkındaki anlayışımızı yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Her türün kendi ağacının ayrı dalına ait olduğunu söyleyen şu bilindik Linneci taksonomi fazlasıyla inceliksizmiş meğer: Örneğin likenler, bir mantar ve bir algin öyle sıkı bağlanmasıyla oluşmuştur ki bu iki tür sınıflandırılması zor bir yeni organizma yaratır. Biyologlar, her ağacın “bireysel” olduğu düşüncesini sorgulamaya başlamıştır -çünkü mantarlar, kökler, bakteriler, liken, böcekler ve diğer bitkiler arasındaki yeraltı dünyası zincirine ait bir halka olarak daha isabetli bir şekilde kavranabilir.
Yazının tamamı icin ;
Kaynak; Ata Soyer Sağlık Politika Okulu