İşsizlik-yoksulluk mu yoksa…
İŞSİZLİK-YOKSULLUK MU / DOĞANIN-HAYATIN YOK EDİLMESİ Mİ;
SANTRALLERİN KAPATILMASI AÇMAZ MI?
Güngör Erçil-Hukukçu
Muğla’da, mahkemelerin yıllar önce kapatılmasına karar verdiği 3 termik santralden biri, Yatağan Termik Elektrik Santrali sembolik olarak kapatıldığında; çevreci bozuntusu denilenlere, destek verenlere, kapatma törenine katılan milletvekilleri üzerinden, ‘yardım ve yataklık’ terimleri kullanılarak bir saldırı başlatıldı. Bu terimlerin yaygın biçimde nasıl kullanıldığını biliyoruz. “Çalışanların ekmeğiyle oynuyorsunuz; işçi sizi affetmez.” deniyor özetle ifade edilirse.
Sembolik/temsili kapatma töreninde okunan basın bildirisinde, bu noktaya yeterince parmak basılıyor; yaşanan örneklerden, kapatmanın yükünün çalışanlara, yörenin insanlarına yüklenmek istendiği, bunun kabul edilemez olduğu vurgulanıyordu. Bir ‘adil geçiş’ sürecine ihtiyaç olduğu, emeğiyle geçinmeye, yaşamaya çalışanların, yöredeki köylülerin, bu sürecin yükünü taşımaya tahammülünün olmadığı; santrallerin alternatifini yaratmak için mali kaynağın olduğu, kaynağın nereden bulunacağı açıklanmıştı.
Santrali sembolik olarak kapatanlara ‘çevreci bozuntusu’ sıfatını yakıştırmayı, çalışanların haklarını korumanın tek yolu olarak görüp kamuoyunun önüne süren, bunu destekleyen politikacılara saldırma anlayışında olanlara söylenecek ilk şey, “İşin kolayına kaçmayı bırakın da, <<santraller kapatılmalı>> diyenlerin yaptıkları açıklamanın ilk cümlesinden sonrasını da okuyun; önerilen çözümü etraflıca düşünün.” olur herhalde. Benim söyleyeceğim sonraki cümle, söylediğiniz şeye, durduğunuz yere, dönüp kendiniz bir bakın, olur.
Çevreciler çalışanların ekmeğiyle oynuyor diyenlerin haberi yoktur belki, ben söyleyeyim: Milas’ın Çamköy’ünde, İkizköy’ünde, Karacahisar’ında yaşayan köylülerimizin zeytinlikleri, tarlaları, evleri-yurtları; “Kömür ocağı açacağız.” denilip, (bir bölümü 2. kez) kamulaştırma tehdidiyle satın alınmak isteniyor. Yatağan’ın Turgut’unda, devletin “Kamulaştıramam, zeytinlik!” dediği zeytinlikler, bile-isteye yaratılan heyelanlarla yok ediliyor; bunun zoru altında satın alınıyor. Köylü kadınlarımız, gittikleri her yerde, hayatlarına kasteden bu durum karşısında çığlık atıyor. Bu çığlıkları duydunuz mu? Ne diyorsunuz bu köylülerin yaşama, geçinme haklarına? “Onlara kırk satır yaraşır.” mı diyeceğiz?
Dayanışmanın, herkes benim dediğimi, çıkarlarımı desteklesin demek olmadığını; birbirimizin halini bilmemiz, benim ona olduğu kadar, yanımdakinin de benim desteğime ihtiyaç duyduğunu; kimin kiminle yanyana olduğunu anlamış olarak davranmamız gerek artık.
Çevreyi, ekolojiyi savunanlara “nereden kaynak aldıkları belli’ demek yerine, vazgeçilmez sayılan santrallerin devletten, işçilerin ücretlerinden, hepimizin gelirlerinden, kullandığımız telefonlardan, sigaradan, içkiden, depremden … alınan vergilerle oluşan kamu kaynaklarından ne kadar destek aldıklarına bakılması gerek.
Muğla’daki 3 santral, EPDK’nin karar verdiği yıllık bütçeden, TEİAŞ’ın belirlediği kurallara göre, 2019 yılında 285.340.050,97 TL ‘kapasite mekanizması ödemesi’ aldı. Konunun doğrudan içinde olanlar, ağızlarına dolanan “çevreci bozuntuları”ndan daha iyi biliyordur; en azından, biliyor olması beklenir. Aşağıdaki tabloyu, tablodaki rakamları ben uydurmadım; TEİAŞ’ın internet sitesindeki herkese açık duyurulardan derledim.
Hesap son derece basit aslında: Muğla’daki santrallere ödenen 285,3 milyon Lira, bu santrallerde ve bağlı kömür ocaklarında çalışan işçilerin yıllık tüm ücretlerini neredeyse karşılar. Ama, bunu söyleyebilmek için, öyle hamasi laflara gerek yok, önce, “Kimin paraları kime veriliyor?” diye sormayı bilmek, sormak lazım. Kim kimin ekmeğiyle oynuyor konusunda doğru sonuca ancak böyle varılabilir.
EPDK’nin ne kadar hassas öngörüde bulunduğunu da takdir etmeli! Yılın başında belirlenen 2 milyar liralık bütçe, yılın sonunda 1 kuruş aşılmış. Çalışanın-emeklinin maaşlarına, toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarına bütçe bulunamazken, kapasite bütçesi 2020 yılı için 2,2 milyar lira olarak belirlendi. Kapatılan santrallerin 2019’da 2 milyar Liralık bütçenin %23,50’sini aldığını, 2020’de onların olmayacağını (Belirteyim, TEİAŞ’ın listesinde halen varlar!) düşünürsek, bütçe %10 değil, %33,50 artırılmış demek doğru olur. Kimin kaynakları kime veriliyor sorusuna, sanırım küçük bir cevap olur bu.
“Çevreci bozuntusu” denilenler, baktıkları yerden ‘çiçek-böcek’ görmediklerini, sorulmayan yukarıdaki soruyu sorduklarını, doğanın, ormanın, kurdun-kuşun kaderiyle; santrallerde, kömür ocaklarında çalışanların, zeytiniyle geçinme derdinde olan köylülerin kaderlerinin hiç de ayrı olmadığını biliyor; bilmeyenlerin bilmesi gerek.
Ekolojiyi korumayı gerçekten dert edenlerin baktığı yer de, söylediği şey de son derece açık: işçiler, sağlıksız kömür ocaklarında, termik santrallerde sağlığını, hayatını kaybetmeye de; “Santral kapatılırsa işsiz kalırız, ekmeğimizden oluruz.” diye kaygılanmaya da mecbur değil. Hiçbirimiz, havamızın, suyumuzun, topraklarımızın kâr uğruna vahşice kirletilmesine; hayatımızı, sağlığımızı kaybetmeye, santral dumanları altında nefes alamamaya, erken ölüp gitmeye… mecbur değiliz.
Çevreciler, devletin işinin, görevinin bu olduğunu; devlet olarak yapmak zorunda olduğu şeyi, yurttaşının hayatını, canını korumak zorunda olduğunu söylüyor sadece. Bu, ikide bir söylenmek zorunda kalınıp klişe haline gelmiş, ‘hukuk herkese lazım’ın tekrarı bir yandan da. Hadi diyelim çevreciler ‘yerli ve milli’ değil; yıllar önce bu santralleri kapatmaya karar veren mahkeme, bu kararı onayan Danıştay, bütün o hakimler de mi ‘birtakım kaynaklardan’ besleniyordu? Bu mantığın sonunun “Benden başka herkes hain.” demeye vardığını görmek için âlim olmaya gerek yok. Memleket hain ilan edilenden geçilmiyor zaten; daha fazlasına kimsenin ihtiyacı yok.
Söylenmiş olan şeyi bir kez de ben tekrarlayayım: “Ne kırk katır, ne kırk satır!”. Hem insanların- toplumun, hem doğanın zarar görmemesi, birlikte yaşaması mümkün; yüksek sesle söylenmesi gereken bu.