Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddesi’ndeki Sürelerin Uzatılmasına Dair Kanun Değişikliği Hakkında Bilgi Notu
Hazırlayan: Deniz Gümüşel
Çevre Mühendisi, Avrupa İklim Eylem Ağı www.komurungercekbedeli.org Proje Danışmanı
ENERJİ SEKTÖRÜNDE ÖZELLEŞTİRMELER VE ÇEVRE
Türkiye’nin enerji sektörünü liberalleştirme politikaları, toplumun sırtına yüklenen birçok bedeli de beraberinde getirmeye devam ediyor. Politik, ekonomik, sosyal ve kurumsal pek çok sorunun yanı sıra, çevresel sorunlar da enerjide piyasa ekonomisine geçişin Türkiye toplumunun sırtına yüklediği önemli bedellerden biri.
Halihazırda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) görüşülen bir torba yasayla, özelleştirme kapsamındaki elektrik üretim santrallerine çevre mevzuatına uyumuna yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla yeniden ek bir süre tanınıyor. Yıllardır kangrene dönüşmüş elektrik üretiminden kaynaklı çevre ve halk sağlığı sorunlarına yenilerini ekleyecek düzenleme teklifi kanunlaşırsa, kamu şirketi Elektrik Üretim A.Ş. (EÜAŞ) tarafından işletilen, özelleştirme sürecinde olan ve özelleştirilmiş olan santraller 2021 yılı sonuna kadar çevre kanun ve yönetmeliklerine uymaktan muafmış gibi muamele görmeye devam edecekler. Bu “geçiş süreci”, 2013 yılından beri yapılagelen düzenlemelerle sürekli uzatılıyor.
Türkiye; IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşların da yönlendirmesi ile benimsediği elektrik piyasasının liberalleştirilmesi politikalarını 1990’ların ortasından itibaren hayata geçirmeye başladı. İlk on yıldaki çoğu başarısız girişimin ardından, 2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile üretim, iletim, dağıtım ve satış olarak faaliyetlere göre ayrılan sektörde bu faaliyetler için kurulan kamu şirketlerinin parça parça ve farklı modellerle özelleştirilmesi gerçekleştirilmeye başlandı. Elektrik dağıtım ve perakende satış faaliyet alanlarındaki bölgesel bazlı özelleştirmeler 2010 yılına gelindiğinde tamamlanmıştı. Ancak, elektrik üretimi alanındaki özelleştirmeler, özellikle kamunun elindeki kömür yakıtlı termik santrallerin özelleştirmeleri bu kadar kolay ve hızlı olamadı.
1995’ten itibaren neredeyse 20 yıl boyunca özelleştirme programlarına dahil edilen, programdan çıkarılan, tekrar dahil edilen bu santrallerin -biri haricinde- özelleştirilmeleri kurumsal/hukuki altyapının eksiklikleri ve kısmen kamuoyu tepkisi gibi farklı nedenlerle 2013 yılına kadar başarılamadı. Özelleştirmelerin önündeki en büyük engellerden biri de kamunun elindeki kömürlü elektrik üretim portföyünün eski teknolojili, yaşlı ve verimsiz santrallerden oluşması idi. 2013 yılında bu santrallerin çevrim verimleri özelleştirme öncesi dönemde %31,45 (verim bandı %27,4-39,54) idi. Düşük kaliteli (yüksek nem, kül ve kükürt oranı ve düşük ısıl değeri olan) linyit madeni yataklarının olduğu bölgelerde, bu verimsiz kömürleri yakarak elektrik elde etmek üzere kurulmuş santraller özel sektör için kârlı yatırımlar olmaktan uzaktı. Üstüne üstlük, 2004 yılında Türkiye’nin AB ile katılım müzakerelerine başlamasına verilen siyasi onayın ardından hızlandırılan AB çevre mevzuatına uyum süreci de, çevresel performansları çok düşük bu büyük yakma tesisleri için yeni ve ağır koşullu yasal zorunluluklar getiriyordu. Bu da bu tesislere milyonlarca liralık çevresel yatırım yapılması gerektiği anlamına geliyordu.
Kamu eliyle işletilen kömür yakıtlı termik santrallerin özellikle baca gazı arıtma (BGA) sistemleri sorunluydu. Hemen hepsinde toz tutucu sistemler olmasına rağmen, “birçok santralde tasarım hataları, yakılan kömürün özelliklerinin değişkenliği veya bakım eksikliği/işletme hataları gibi nedenlerden ötürü filtrelerden istenen verimin alınamadığı” uzmanlarca tespit edilmekteydi. Kükürt gazı arıtımı için ise toplam kurulu gücü 8.382 MW’lık bu 15 termik santralin sadece %49’unda desülfürizasyon ünitesi vardı. Bu ünitelerin bir kısmı termik santrallerin (Afşin B, Çayırhan 2-3, Kangal 3 TES’leri) kuruluş aşamasında devreye alınmışsa da, önemli bir bölümünün desülfürizasyon üniteleri, santraller (Yatağan, Yeniköy, Kemerköy, Orhaneli TES’leri) özelleştirme gündemine alındığında kamu yatırım programı çerçevesinden inşa edilmişti. Toz tutucu filtrelerin bir kısmı da özelleştirme öncesinde maliyetleri yine kamu bütçesinden karşılanarak elden geçirildi. Santrallerin özelleştirme programına alındığı tarihlerle, BGA tesisi yatırımlarının kamu yatırım programlarına dahil edildikleri tarihler incelendiğinde, bu yatırımların çevre ve halk sağlığının önceliklendirilmesinden çok, özelleştirmeleri kolaylaştırmak için yapılan hamleler olduğu yorumu yapılabilir.
2013 yılına gelindiğinde, bu son dakika yatırımlarına rağmen hala kurulu gücün %51’lik kısmının desülfürizasyon ünitesi yoktu, hemen hiçbirinin toz filtreleri düzgün çalışmıyordu. Santrallerin atıksuları, başta kül, cüruf ve kazan tozu olmak üzere yakma işleminden kaynaklı atıkları, santrallerle birlikte devredilen maden sahalarında kömür üretimi ve işlenmesi süreçlerinde ortaya çıkan atıkların hiçbiri de arıtılıp düzenli olarak bertaraf edilmiyordu. Üstelik kamu tarafından kurulmuş ve işletilen bu santrallerin hiçbirinin Çevre Kanunu çerçevesinde alması gereken çevre izin ve lisansları da bulunmuyordu. Yani kamu kendi eliyle on yıllarca “kaçak” olarak işlettiği santralleri özelleştirmeye çalışıyordu. Bu durum özelleştirme ile bu santralleri devralacak şirketler için yasal olarak ağır bir çevresel yükümlülüğün altına girmesi anlamına gelecekti.
ELEKTRİK PİYASASI KANUNU GEÇİCİ 8. MADDE KAMUNUN YARARINA MI?
2013 yılında yürürlüğe giren 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddesinde, kamunun elinde bulunan, özelleştirme sürecinde olan ve özelleştirilmiş elektrik üretim şirketlerine ve bunların tesislerine çevre mevzuatına uyuma yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi ve çevre mevzuatı kapsamında gerekli izinlerin tamamlanması amacıyla 31/12/2018 tarihine kadar süre tanındı. Bu süre Bakanlar Kurulu kararı ile 3 yıl (yani 2021 yılı sonuna kadar) daha uzatılabilir diye de bir açık kapı bırakıldı.
Bu düzenleme çevre örgütlerinin ısrarlı takibi ile ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. AYM, 2014 yılında verdiği kararla, EPK Geçici 8. Madde’nin Anayasanın 2., 5. ve 56. Maddelerine aykırı olduğu gerekçesi ile iptal etti. AYM kararında şöyle diyordu: “Anayasa’nın 5. maddesiyle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama ödevi Devlete verilirken; 56. maddesiyle de herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu belirtilerek bu hakkı korumanın yine Devletin ödevi olduğu vurgulanmaktadır.”
Ancak 2016 yılında kanunlaşan bir torba yasa ile, iptal edilen Geçici 8. Madde, çevre mevzuatına uyum için geçiş süresi 2019 yılı sonuna kadar uzatılarak yeniden Elektrik Piyasası Kanununa dahil edildi. Ardından çıkarılan bir uygulama yönetmeliği ile madde kapsamındaki santrallerin çevre yatırımlarının ve çevre izin ve lisanslarını alma süreçlerinin izlenmesi için, enerji ve çevre bakanlıklarından oluşan bir komisyon kuruldu. Ancak ilerlemeler kamuoyu ile hiç paylaşılmadı.
Hala bu termik santrallerin kaçının çevre izin ve lisanslarını aldığını, kaçının hala çevre izni olmadan çalıştığını, gerekli çevresel yatırımlara başlanıp başlanmadığını, geçtiğimiz 6 yıl içinde bu yönde nasıl bir ilerleme kaydedildiğini kamuoyu olarak bilmiyoruz.
Şu an, TBMM’de görüşülen bir torba yasa teklifi ile bu sürenin bir kez daha bu kez 2021 yılı sonuna kadar uzatılması planlanıyor. Eğer teklif kanunlaşırsa, ilgili düzenleme kapsamında toplam kurulu gücü 9255, 66 MW olan 15 kömür yakıtlı termik santral, hava emisyonlarını, atıksularını, tehlikeli atıklarını Çevre Kanunu ve ilgili ikincil mevzuatta (yönetmelik ve genelgelerde) belirlenmiş hiçbir kurala uymaksızın doğaya bırakmaya devam edebilecekler.
Yani sorun çevresel yatırımların yapılması için bir geçiş süresi tanımlanması ile sınırlı değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yürürlükteki bu düzenleme nedeniyle 2013 yılından beri bu termik santralleri yarattıkları çevre kirliliği açısından izlemiyor ve denetlemiyor. Çünkü EPK Geçici 8. Maddeye göre bu termik santrallerin çevre mevzuatına uymadıkları için herhangi bir cezaya çarptırılması mümkün değil. Bu da kamu ve özel şirketlerin termik santrallerdeki var olan çevre tesislerini, örneğin BGA üniteleri olan elektrostatik filtreleri ve desülfürizasyon üniteleri de çalıştırmadan elektrik üretmesine alan açıyor.
Bir termik santralde BGA ünitesi çalıştırıldığında santralde üretilen elektriğin %8-10’u kadarını tüketiyor; böylece santral içi elektrik tüketimi %16’ya kadar yükselebiliyor. Hava emisyonlarının denetlenmediği bir ortam, santral işletmecisine BGA’yı çalıştırmayarak bu iç tüketimden kâr etmek için önemli bir motivasyon sağlıyor.
MUAFİYETİN HAVA KİRLİLİĞİNE ETKİSİ
Bu düzenlemenin çevre kirliliği (özellikle hava kirliliği) üzerine etkilerini Muğla ilinde açık biçimde görmek mümkün. Muğla’daki üç linyit yakıtlı termik santral olan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy santralleri, 2014 yılı sonunda satılarak özel sektöre devredildi. Devredilmeden hemen önceki 3 yıl boyunca, toz tutucu elektrostatik filtreleri kamu bütçesinden rehabilite edilmişti; beyanlara göre baca gazı kükürt arıtma tesisleri de çalışır haldeydi.
Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevrimiçi hava kalitesi izleme ağının web sitesinden aldığımız raporlara göre Muğla’nın, özellikle de bu üç santralin atmosfere saldığı toz ve kükürt dioksit gazlarının en yoğun biriktiği Yatağan’ın havası başka bir gerçekliğe işaret ediyor. Yatağan’da havadaki toz (PM10) yoğunluğu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün insan sağlığı için belirlediği yıllık ortalama PM10 üst sınırının 2015’te 4 katı, 2016’da 3,5 katı olarak gerçekleşti. Yatağanlılar, özelleştirmeden sonraki ilk yıl olan 2015’te yılın %80’inde (298 gün), ikinci yılında yani 2016’da yılın %75’inde (280 gün) DSÖ’nün insan sağlığı için sınır olarak belirlediği havadaki maksimum toz yoğunluğu değerinin çok üstünde toz soludular.
Yatağan’ın havasındaki kükürt dioksit (SO2) konsantrasyonu ise, 2015’te 163 gün, 2016’da 57 gün DSÖ’nün günlük (24 saatlik) ortalama sınır değer olarak belirlediği 20 μg/m3’ün üstüne çıkmıştır. Bakanlığın web sitesinde 2017 yılında 277 gün, 2018 yılı boyunca da hiç SO2 ölçüm sonucu bulunmamaktadır.
Elbette Muğla genelindeki ve Yatağan’daki hava kirliliğinin tek sorumlusu termik santraller değildir. Ancak, ulusal mevzuatımızda olan Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’ne göre termik santrallerin olduğu bölgelerde hava kalitesi ve bu santrallerin baca gazı emisyonları düzenli ölçülmeli, santrallerden kaynaklı emisyonların hava kirliliğine katkısı modelleme ile de takip altında tutulmalıdır.
Son iki yılda Yatağan’daki hava kalitesi izleme istasyonundan hiç rapor alınamamasına ek olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yapılan bilgi edinme başvurularına Bakanlığın ellerinde “hava emisyonu konusunda herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır” yanıtı vermesi de dikkat çekicidir. Bu durum, Bakanlığın, hava kirletici emisyonları en yoğun olarak Yatağan’da biriken bölgedeki üç termik santralin denetimini yapmadığı, yapmak istemediği şeklinde yorumlanabilir.
MUAFİYETİN HALK SAĞLIĞINA VE EKONOMİYE BEDELİ
Kömürün Gerçek Bedeli – Muğla projesinin sağlık etkisi değerlendirmesi çalışmasının sonuçlarından yola çıkarak söyleyebiliriz ki, EPK Geçici 8. Madde ile termik santrallere verilen çevre mevzuatından muafiyetin halk sağlığına ve ekonomiye bedeli de çok yüksek.
SANTRALLERDEN KAYNAKLI DİĞER ÇEVRE KİRLİLİLİĞİ
Termik santrallerin havaya, suya, toprağa bıraktığı kirliliğin tüm boyutlarıyla değerlendirildiği resmi ya da akademik çalışmalar mevcut değildir. Ancak santrallerin atıksu ve kül atıklarının arıtılmadığı, doğrudan doğaya bırakıldığı bilinmektedir.
Ağır metaller ve radyoaktif maddeler içeren bu atıkların toprağa, yüzey ve yeraltı sularına karışarak tarımsal sulama ve içme sularımızı, gıdalarımızı kirlettiği akademik çalışmalarca belgelenmiştir. Bu kirliliğin yarattığı hastalıklar da yukardaki rakamlara eklendiğinde, bu santrallere çevre mevzuatına uyum için verilen ek her yılın halk sağlığına ve ülke ekonomisine bu çalışmada hesaplanabilenden çok daha yüksek, ağır, yaşamsal bedeller boyutunun olduğu somuttur.
Bu muafiyetten yararlanan toplam santral sayısının 15, toplam kurulu gücün de Muğla’daki santrallerin kurulu gücünün 5 katından fazla olduğu düşünülürse, muafiyetin Türkiye toplumunun sırtına yüklediği bedelin, Muğla örneği özelinde hesaplanan ifade edilenin kat be kat üstünde olduğu, binlerce insanımızın erken ölümüne, binlercesinin hastalanmasına, yüzbinlerce işgününün kaybolmasına yol açacağını söylemek gerekir.
ARZ GÜVENLİĞİ Mİ, CAN GÜVENLİĞİ Mİ?
Halihazırda TBMM gündeminde bulunan “Maden Kanunu İle Bazı Kanunlarda Ve Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı torba yasa teklifinde, Geçici 8. Maddeye dair değişikliğin gerekçesi olarak: EÜAŞ’a ait, özelleştirme kapsamında olan ya da daha önce özelleştirilmiş bulunan termik santrallerin çevre mevzuatına uyumuna yönelik olarak yapacakları yatırımlar esnasında üretime ara vermeleri gerekecek, bu da ülkenin elektrik arz güvenliği dengesini bozacaktır deniyor.
Türkiye’de elektrik tüketiminin neredeyse iki katı büyüklükte bir kurulu güç olduğunu enerji politikası uzmanları söylüyor. Elektrik arzının tam olarak ne kadarlık kısmının bahse konu santraller tarafından karşılandığını söylemek ise, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) tarafından kamunun erişimine açık olarak paylaşılan elektrik üretim istatistiklerinde santral bazlı verilere ulaşılamadığı için mümkün değil.
Ancak, Anayasa Mahkemesi, EPK Geçici 8. Maddenin 2013 versiyonunu iptal ettiği kararın gerekçesinde yurttaşların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama haklarının, her tür ekonomik, bürokratik yükümlülüğün ve enerji arz güvenliği ihtiyacının üstünde bir hak olduğunu açıkça vurgulamıştır:
“Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, getirilecek kuralın, ekonomik, bürokratik ve fiili yükümlülüklere yol açacağı ve üretim faaliyetlerinin etkileneceği gerekçeleriyle uzun süreli olarak vazgeçilecek haklardan değildir. İnsanın, toplumun ve çevrenin varlık, sağlık ve güvenliği ile bu konuda Anayasa’nın Devlete yüklediği görev göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu kuralla belirtilen süre zarfında EÜAŞ’a bağlı santraller ile özelleştirilen santrallerin elektrik üretim faaliyetlerinde çevre mevzuatına tabi olmaması kabul edilemez.”
Yani bu santrallere çevre mevzuatına uyum için tanınmış ve torba yasa teklifi ile uzatılmaya çalışılan geçiş süresi var olan haliyle bile Anayasa’ya aykırıdır.
YURTTAŞLAR OLARAK HAKLARIMIZ, HAKLI SORULARIMIZ
Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddesi kapsamında olan kamu tarafından kurulmuş, bir kısmı hala kamu tarafından işletilen, bir kısmı özelleştirme kapsamında olan, bir kısmı ise özelleştirilmiş santrallerin en yaşlısı 1956 yılında, en genci 2006 yılında kurulmuştur. Ünite sayısı olarak %84’ü, kurulu güç olarak %74’ü 20 yaşın üzerindedir. Kurulu güç açısından sadece %49’unda kükürt arıtma tesisi bulunmaktadır. Kurulu olan toz tutucu ünitelerin önemli bölümü tasarım hataları, bakımsızlık ve benzeri nedenlerle yüksek verimle çalıştırılamamaktadır. Kül barajlarının çoğunluğu tozumaya karşı havayı, sızıntıya karşı su kaynaklarını ve toprağı korumaya yönelik, ya da kül barajının kaymasını/çökmesini engelleyici yeterli teknolojik önleme sahip değildir. Ağır metal ve radyoaktif maddeler gibi tehlikeli atıklar içeren bu atıklar doğada, çoğunlukla orman ekosistemleri ve vadilerin içinde gelişigüzel depolanmakta, hem ekosistem hem halk sağlığı açısından tehlike arz etmektedir. Kömür maden sahalarından ve kömür yıkama/kırma/eleme tesislerinden çıkan atıklar da arıtıma tabi tutulmadan en yakındaki vadilere düzensiz olarak atılmaktadır. Su varlıkları, hem kömür madenciliği, hem elektrik üretimi aşamalarında sınırsızca kullanılmakta, atıksular çoğunlukla kontrolsüz biçimde doğaya bırakılmaktadır.
Toplam kurulu güçleri 9255,66 MW olan 15 termik santral, geçtiğimiz onlarca yıl boyunca kamu eliyle bu koşullarda işletilmiştir, halihazırda da 31 Aralık 2019’a kadar çevre mevzuatından muaftır. Şimdi gündemdeki yasa değişikliği ile bu santrallerin 2021 yılı sonuna kadar kamu izleme, denetim ve yaptırım mekanizmalarından yeniden muaf tutulması söz konusudur.
Bu erteleme kararı verilmeden önce başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tüm yetkilileri aşağıdaki sorularımızı yanıtlamaya davet ediyoruz:
⦁ Çevre mevzuatına uyumdan muafiyet hakkı tanınan santrallerde halihazırda hava emisyonları, atıksular ve atıklar başta olmak üzere oluşan kirlilik izlenmekte midir? Hangi parametreler izlenmektedir? Bu emisyon ve deşarjlar çevre ve halk sağlığı açısından tehdit yaratmakta mıdır?
⦁ Bu santrallerde ulunan çevre birimleri (baca gazı arıtma tesisleri, filtreler, atıksu arıtma tesisleri vb) bu geçiş süreci boyunca da düzenli olarak çalıştırılmış mıdır?
⦁ Bu santrallerden kaynaklanan katı, sıvı ve gaz halindeki atıkların deşarj edildiği doğal ortamların kalitesi (toprak, yüzey ve yeraltı suları, hava kalitesi, flora ve fauna) izlenmekte midir? Hangi parametreler izlenmektedir?
⦁ Kömür madenleri ve termik santrallerin bulunduğu bölgelerde hava, su, toprak kalitesi çevre ve insan sağlığı açısından ulusal mevzuat ve ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde belirlenen kriterlerle uyumlu mudur?
⦁ Bu santrallere çevre mevzuatına uyum için 2013 yılında tanınan 6 yıllık geçiş süreci boyunca hangi santrallerde yasal olarak zorunlu hangi yatırımlar yapılmıştır?
⦁ Yapılan yatırımların sonucunda bu santraller Çevre Kanunu ve ilgili ikincil mevzuatın gereklerini yerine getirebilecek şekilde çevresel performanslarını iyileştirmişler midir? Bu iyileşme Çevre bakanlığınca düzenli olarak izlenmekte, denetlenmekte midir?
⦁ Bu santrallerin kaçı 6 yıllık geçiş süreci boyunca çevre izin belgelerini almıştır, kaçı hala almamıştır?
⦁ Elektrik Piyasası Kanununda yapılan düzenlemelerle önce 2018, daha sonra 2019’a kadar tanınan, şimdi 2021 yılı sonuna kadar uzatılmak istenen çevre mevzuatına uyum için geçiş sürecinde şirketlerin bu yatırımları ertelemesinden kaynaklı herhangi bir ekonomik kârı olmuş mudur? Bundan sonra da olması beklenmekte midir?
⦁ Bu santrallerde çevre mevzuatına uyumun ertelenmesi nedeniyle ortaya çıkan ve bundan sonra çıkacak olan çevresel kirlilik miktarı, bu kirliliğe bağlı olarak ortaya çıkacak ekolojik yıkım ve halk sağlığı sorunları ve bunların ülke ekonomisine getireceği bedeller hesaplanmış mıdır?
Enerji piyasasının liberalleşmesi sürecinde, özelleştirilmek istenen, ama aslında yarısından fazlası emeklilik yaşına gelmiş termik santrallerin satışını cazip hale getirmek için uygulanan çevre mevzuatından muafiyetin ortaya çıkardığı ekolojik, toplumsal ve ekonomik bedeller nelerdir? Bu bedelleri kim ödemektedir?
Oysa kimsenin bedel ödemek zorunda kalmadığı başka bir enerji geleceği mümkün. Ülkenin doğal potansiyelini göz önünde bulundurarak enerji arzını %100 yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamayı hedefleyen, düşük karbonlu bir geleceğe adil bir geçiş planlayabilir; enerji talebini ekolojik ve toplumsal hakkaniyet ilkeleri ile yönetecek, üretim ve tüketimin her aşamasında verimliliği önceleyecek, insanın, toplumun ve doğanın varlık, sağlık ve güvenliğini koruyacak, gözetecek ve geliştirecek toplumcu enerji politikalarını halkın da her aşamada katılımı ile bir an önce hayata geçirebiliriz.
DİPNOT 1 : Bu yazıdaki değerlendirmeler yazarın kendi görüşlerini yansıtmaktadır, kurumsal görüşler değildir.