Mevzuat Otoritesi Altında Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor
Hukukçu Güngör Erçil
Muğla Çevre Platformu, Hukuk Komisyonu Üyesi
Adı konmuş biçimde, bir olağanüstü hal rejimi altında yaşıyoruz, yedi aydır. Ama ülkemizi bir OHAL Cumhuriyeti’ne döndüren şey, bu sürede çıkarılan KHK’lerin, kendini Anayasa’nın üstünden yönetmeliğin altına her hukuk normu düzeyinde; rejimin kutsalı mülkiyet hakkını hiçe sayan elkoymalardan otomobillerin kar lastiği takma tarihlerini belirlemeye kadar her alanda; meşruiyetini, kendini kâdir-i mutlak görmekten başka hiçbir zeminden alamayacak bir yönetme aracına dönüşmüş olması. Bu haliyle KHK, hepimizi, bu topraklarda yaşayan herkesin (yurttaşlarla da sınırlı değil) somut gündelik hayatını, en beklenmedik alanlarda, çok yakıcı biçimde belirleyen, en üstün yönetme aracına dönüşmüş durumda.
Bu yazının konusu KHK’lar değil ama, KHK’lerden bahsederek başlamamın iki nedeni var: ilki, aşağıda ele aldığımız sorunun başlangıcında da bir KHK’nin yer alması; ikincisi ise, soruna yol açan uygulamanın dayanağı olan Yönetmelik ve eki düzeyindeki ikincil mevzuat hükümlerinin de aynı ‘her şeye kâdir olma/ben yaptım oldu’ mantığının ürünü metinler olması. Önümüzdeki sorun, bu hukuk-yönetme anlayışının çok farklı sayılabilecek bir alanda ortaya çıkmış somut görünümü.
Somut olarak sorunumuz, Muğla’da – esasen bütün Türkiye’de– doğal SİT alanlarının yeniden değerlendirmesine yönelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) çalışmaları ve bu çalışmaların sonuçlarının, ilk örnekler olarak (Gizli kaşeli evraklara sıkıştırılmış olsa da) Muğla ve Ayvalık’ta yerel yönetimler sayesinde kamunun bilgisine çıkmış olması. Ama, ifşa olan çalışmanın bugün geldiği noktanın başlangıcında bir KHK var: Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK.
2011 seçimini takip eden hükûmetin kuruluşundan hemen sonra çıkarılmış, çok aceleyle çıkarıldığı için, çok kısa süre sonra 648 sayılı KHK çıkarılarak eksiği-gediği giderilmek zorunda kalınan bir KHK. Bu KHK ile başlayan süreçte, Türkiye’nin doğal, tarihsel ve kültürel değerlerini koruma sistematiği tümüyle değiştirildi/değiştiriliyor.
Kültür varlıkları ile tabiat varlıklarını koruma kurulları ayrılıyor, doğal SİT alanlarını koruma görev-yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ÇŞB’na devrediliyor. Koruma kurullarının yapısı değiştirilerek özerklikleri ve akademik-bilimsel karakterleri ortadan kaldırılıp, idarenin talimatıyla kurulan ve karar alan idari komisyonlara dönüştürülüyor. Bunlar, akla gelen ilk örnekler.
Bu yönetsel yeniden yapılanmaya paralel olarak yasalar ve düzenleyici ikincil mevzuat da yenileniyor. Günümüze kadar süren bu yeniden yapılanmanın bir genel korumaMA politikası haline geldiği, bazıları geniş biçimde kamuoyunun bilgi ve ilgisine ulaşan yüzlerce uygulama ile somutlaşmış durumda. Bunların en büyüğü de, bugün Muğla’nın-bizim önümüzde, pek yakında ülkemizin her köşesinin karşısında somut sorun olarak ortaya çıkan/çıkacak olan doğal SİT alanlarının ve statülerinin yeniden belirlenmesi çalışması.
KorumaMA politikasının yeniden yapılandırılmasında kritik eşiklerden biri olan Korunacak Alanların Tespit Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik 19.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe giriyor. Bu Yönetmelik, doğal SİT alanlarını yeniden kategorize ediyor; kategorilerin tanımlarını ve buna bağlı olarak kullanım-koruma biçimlerini yeniden belirliyor. Bu yönetmeliğin gereği olarak da 2013 yılında Doğal Sit Alanlarının Değerlendirilmesine İlişkin Teknik Esaslar ÇŞB tarafından yürürlüğe konuluyor.
Bu iki mevzuat metninin ortak temel karakteristiği, işi yokuşa sürme özellikleri: bir doğa parçasının koruma statüsünden çıkarılması veya derecesinin düşürülmesi Bakanlık teşkilatının atadığı memur-uzmanlardan oluşan ön inceleme heyetinin raporuna dayanarak Bakanlık onayıyla kolayca yapılabiliyor. Oysa, aynı doğa parçalarının koruma statüsüne alınması veya derecesinin yükseltilmesi ‘Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu’na dayanmak zorunda (Ne afili ismi var ama!/Fiyakası, birazdan göreceğimiz gerçekliğe batınca bozulacak sanırım?). Bu şanssız doğa parçaları (teorik olarak ve yapılacak uygulamalar sonucunda, belki de pratik olarak, Türkiye’deki tüm doğa alanlarıdır) bilimsel raporla rüştlerini ispat etsinler ki, korunsunlar!
Bu iki mevzuat metninin diğer ortak yanı, yaptıkları yeni tanımlar ve getirdikleri statülere göre, ülkemizdeki tüm doğal SİT alanlarının yeniden değerlendirilmesini Bakanlık’ın önüne bir yönetsel görev olarak koyuyor olması. Bakanlık da bu görevi bütün ülke çapında ifa etmeye 2014 yılında başlamış; sonuçları bugünlerde ortaya çıkıyor.
ÇŞB, Türkiye’nin tüm doğal SİT alanlarının statülerinin yeniden belirlenmesi için ekolojik temelli bilimsel araştırma projelerini hazırlama işini – yapacak Bakanlık kadrosu olmadığı belli de, beceri sahibi üniversite de olmadığı düşünüldüğü için olsa gerek – genel katılıma açık yöntem olan, Açık İhale Usulü ile ihale etmiş. Hem de işin kategorisini mimarlık-mühendislik işi olarak tanımlayarak.
Kamu İhale Kanunu’nda tanımlanan Açık İhale Usulü, ihale yasaklısı olanlar dışında herkesin katılabileceği, yeterliğin iş bitirme belgeleriyle rakamsal olarak ölçüldüğü, en düşük fiyatı verenin en iyi sayılıp ihaleyi kazandığı ihale yöntemi. Hele de iş mimarlık-mühendislik işi sayılmışsa, birbirinin kopyası en çok mimari projeyi yapmış olanın en yüksek teknik yeterliğe sahip sayılacağı ihale yöntemi. Oysa, bu tür işlerin, ihaleye katılacakların teknik (ekolojik temelli bilimsel rapor hazırlama işi için bilimsel) yeterliklerinin öncelik taşıdığı ve ön yeterlik ihalesiyle, öncelikle, tespit edildiği Belli İstekliler Arasında İhale Usulü ile yapılması gerektiği son derece açık.
İhale edilen işin Teknik Şartnamesi de zaten hazır: copy-paste Doğal Sit Alanlarının Değerlendirilmesine İlişkin Teknik Esaslar metni. Bir cümleyle, “Araştırma ve rapor Yönetmelik ve Teknik Esaslar hükümlerine göre düzenlenecektir.” demek varken, sayfalarca Teknik Şartname yazılmış olmasını, teknik şartname yazma becerisizliği olarak mı yorumlamalı, ihaleyi çok hassas-‘teknik’ yaptık, deme gösterisi olarak mı görmeli, kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Ancak, çalışmayı yapacak olanları sadece bir anketör düzeyine indiren böyle bir teknik şartname ile hazırlanacak/hazırlanan raporun bilimsel rapor değil, ancak yönetsel araştırma raporu olabileceğini biliyoruz. Bir yönetmeliğe dayanarak çıkarılmış yönetsel bir metin olan Teknik Esaslar’da yazan araştırma-inceleme yöntem ve araçlarına, işin şartnamesi olarak sıkı sıkıya bağlı kalarak yapılan araştırmaya, sanırım, dünyanın sadece Türkiye köşesinin yönetenlerinin gözünde bilimsel araştırma denilebilir. Alem alışverişte görsün!
Sözü daha fazla uzatmadan söylersem, bu mevzuat ve uygulamasının ortaya getirdiği sonuç şudur: ihaleye, ön yeterlik ihalesiyle bilimsel yeterlik testinden geçirilmeyen altı firma teklif vermiş, bunlardan ikisi geçerli teklif sayılmış ve ihaleyi, en düşük bedeli teklif eden, ENİSA G.MENKUL YATIRIM LTD. ŞTİ. unvanlı bir firma kazanmış. Bir gayrimenkul yatırım firması, işi, ekolojik temelli bilimsel araştırmayı yapmış, raporunu teslim etmiş. Bu araştırmayı yaparken, araştırmanın konusu doğal SİT alanları içinde yaşayan, buraya parasal çıkar bağı dışında ilgi duyan, seven, korunmasını dert edinen, somut olarak bu yönde çaba gösteren hiç kimseye-kuruma-inisiyatife-üniversiteye sorma gereği de duymamışlar.
Görüyor musunuz, afili ‘Dört Mevsim Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu’nun düştüğü halleri!?
Şimdi süreç, Bakanlığın, bu ‘bilimsel rapor’un önerdiği, Muğla’daki doğal SİT alanlarının önemli bir bölümünün derecesini düşüren, bir bölümünü SİT statüsü dışına çıkaran, uzman olmasa bile konuya birazcık ilgi duyanların bile hemen görebileceği, ekoloji ve doğa koruma yaklaşımı içinde kesinlikle kabul edilemez başka birçok düzenlemeyi içeren sonuçları onaylayarak resmiyet kazandırması aşamasında.
Doğayla daha barışık bir hayatın mümkün olduğunu, hepimizin ortak varlığı doğal değerlerimizi korumak zorunda olduğumuzu bilerek diyoruz ki; bu korumaMA yaklaşımından vazgeçin, bilimsellik niteliği, daha metni ortaya çıkmadan zedelenmiş bu rapora dayanarak karar vermeyin. Konuyu, uluslararası sözleşmelerin ve Çevre Kanunu’nun gereği olan katılımcı bir süreçle ve gerçekten bilimsel araştırmalarla yeniden değerlendirin.
Doğamızı ve bu talebimizi sonuna kadar savunacağız!
2 thoughts on “Mevzuat Otoritesi Altında Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor”